3 Ağustos 2012 Cuma

Maria Holic


Lise ikinci sınıfa giden Kanako adında bir kız, kızların gittiği bir okula yazılır. Kanako, erkeklerden nefret etmektedir. Hatta bir erkek kendisine dokunursa kurdeşen döker. Kız okuluna yazılmaktaki amacı, yuri eşini bulmaktır. Birçok güzel kızla karşılarşır. Fakat bunlardan birinin, Maria'nın, bir sırrını öğrenir. Maria aslında kız kılığına girmiş bir erkektir.

Öhm, şimdi yorumlarıma geleyim. Kanako'nun kızlara karşı olan tutumunda kendimi gördüm. Maria'da ciddi bir kişilik bölünmesi var. Hizmetçi kız favorim. HER YERDE GÜZEL KIZLAR VAR KYAAAAAA~~!!

Yurt müdiresi, kedi kulaklı tanrı beni her bölümde güldürdü. Hatta direk her bölümde güldüm. Konusu yuri olarak geçmesine rağmen komedi ağırlıklı. ayrıca kapanış şarkısı da çok şeker *-*

Kapanış şarkısı, Kimi ni Mune Kyun:


2 Ağustos 2012 Perşembe

Koizora


Sevgili takipçilerim, bu yazıyı ağlayarak yazıyorum şu an. *gözlerini siler* Dram sevenler için kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Baya baya ağlattı. Ben de çok sulugözüm ortaya çıkan sonuç bu yani elimde değil T^T

Lisede tanışan bir çiftin hikayesi. Konu çok hızlı ilerliyor *türk filmi tadında evet* ilerisi kolayca tahmin edilebiliyor ama değer. Gerçekten değer T^T söyleyecek pek bir şeyim yok. Konuya başlarsam yer yer söverek yer yer ağlayarak tüm konuyu dökerim buraya biliyorsunuz. O yüzden tutuyorum kendimi. Mükemmeldi T^T *bkz: 363486843 yaşına gelip 500 kere izlediği türk filmine hala gülebilen yaşlı teyze*

Benden bu kadar. Yüzümü yıkamaya gidiyorum ben.

31 Temmuz 2012 Salı

Avatar: The Legend of Korra


Aang'in Ateş Krallığı ile olan savaşının üstünden onlarca yıl geçmiş. Katara yaşlanmış buruş buruş olmuş, Aang ölmüş, Zuko ve Toph'un nerede olduğu gösterilmedi ama ya ölmüşlerdir ya da epey yaşlanmışlardır. Aang ve Katara'nın çocukları, hatta torunları var. Toph'un kızı şehrin polisiye kısmını yönetiyor. Aang'in oğlu ise tüm ulusların birlikte yaşadığı Cumhuriyet Şehri'nin konseyinin bir üyesi.

Avatar Korra, çocuk yaşta (tahminen 3-4) 3 elementi gelişigüzel de olsa bükebiliyordu. Aşırı enerjik, her şeye atlayan ve korkusuz bir kız Korra. Avatar olduğu belirlendikten sonra eğitime başlıyor ve 3 elementte ustalaşıyor. Su, ateş ve toprak. Ateş sınavını da geçtikten sonra Cumhuriyet Şehri'ne, Aang'in oğlu Tenzin'den hava bükmeyi öğrenmek için gidiyor. Fakat Cumhuriyet Şehri'nde doğru gitmeyen bir şeyler var. Avatar'ın duruma el atması gerek.

Sürükleyici bir hikayesi (Avatar'ın önceki serilerinde olduğu gibi) güldürürken duygulandırabilen bir yapısı var. Gayet de hoş :3

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Uta no Prince-Sama


Harem (erkek haremi!!), okul ve müzik konulu bir anime. Müzik eğitimi veren çok ünlü ve muhteşem bir okulda, çok farklı insanların birbirleriyle tanışmasını anlatıyor. Başroldeki Haruka Nanami (kendisinin gözbebekleri yeşil olur.Aşağıya fotoğrafını koyacağım) küçüklüğünde çok zayıf bedeni olan bir kız. Büyükannesinin yanında dağda bayırda Heidi gibi büyümüş. Piyano çalmayı öğrenmiş. her zaman ailesi müziğe yeteneği olduğunu düşünmüş ama zayıf sağlığı yüzünden onu müzik okuluna yollamaya çekinmişler. Bir gün Haru-chan, şehre gittiğinde o kadar gürültüye dayanamamış. Kendini kaybetmek üzereyken bir ses duymuş... Hayato-sama'sının sesi. O gün, Hayato-sama için beste yapmak Haru-chan'ın en büyük hayali olmuş. bu yüzden müzik okuluna yazılmış. Hikaye burada başlıyor. Birsürü arkadaş ediniyor ve mükemmel bir grup kuruyorlar. Tabi birçok sorunla da karşılaşılıyor.

Sürükleyici bir konuya sahip ilik gibi erkekler barındıran bir anime. Kızların bi solukta izleyeceğinden şüphem yok ama erkeklerin geneli için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Sen percent love <3

Cecil Aijima. Asıl prens.

 
 Masato Hijirikawa

Otoya Ittoki 


Natsuki Shinomiya

Ichinose Tokiya (namı diğer Hayato)

Ren Jinguuji

Syo Kurusu

Bu hatun da tüm bu yakışıklıları çeken sevimli kız. Gözleri çok tuhaf ama güzel yani bence v.v Haruka Nanami.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

My Sister, My Love


BAŞROLDE MATSUMOTO JUN VAR! NASI İZLEMEDİM BEN BUNU!!!

Huh sakinim. Geç oldu güç olmadı. Amatörce çekilmiş bir filmdi ondan izlememişimdir belki v.v 

İkizlerin aşkını anlatan bir film. İkizlerden biri Matsumoto diğeri de ne idüğü belirsiz kız (bkz: kıza gıcık). Konusu bu kadar yani. Daha ne bekliyodunuz mis gibi konu. Gayet de gerçekçi ve duygusaldı. Çok sevdim ben ki, iki kere izlediğim sahneler oldu v.v (bkz: janken sahnesi) izlerken sürekli aklıma Flowers of Evil geldi T.T bi kat daha duygulandım.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Kanojo no Tadashii Asobikata


Bir japon filmi. Tahminen 7-8 yaşlarındaki bir kız ve bir oğlan, kızın isteği üzerine bir oyuna başlıyorlar. Kız prenses, oğlan onun hizmetkârı. Eğer kimse keşfetmezse sonsuza kadar sürecek bir oyun...

Kızda tam bir prenses havası var. Var yani. Çocuğa yaptırmadığı şey kalmıyor. Köle gibi kullanıyor ki...aah zaten öyleydi değil mi >.<' çocuk da hiç şikayetçi olmuyor. Kız, erkeklerle buluşmalara gidiyor. Asıl oğlan, kızı takip edip bekliyor...

Filmi izlerken kendimle ilgili bir şey farkettim. Kıza uyuz oldum, "deşilir bu" dedim. Ama kızdan farklı bir yanım da yok yani ._. ne adi bi insanım ben ya deşilirim ben. Evet bunalıma girdim ben yine... Bunu da niye buraya yazdıysam. Öeğ *beyni sulanır*






Japon erkekleri de pek yakışıklı oluyor yahu.

Diablo 3. Kitap - Gölge Krallığı


Bu kitapla birlikte Diablo Üçlemesi'ni bitirmiş bulunuyorum. A.Knaak yazmış son kitabı. Sırf yazarına güvenerek bile alınabilir ki, Diablo yani. Her türlü okunur bu kitap. Yine böyle güzel bir seri için hazırlanan dandik kapak resmini kınıyorum. Koskoca 3 kitabın hepsinin hapağı da afedersiniz b*k gibiydi. Kapağına bakıp karar vermemek lazım tabi.

Kitabın konusu eski br şehirle ilgili. Ureh adında bir şehir, yüzyıllar önce dünyada çok önemli bir konuma sahipmiş. Fakat şehir birden yeryüzünden silinmiş. İnsanlar aniden ortadan kaybolmuş ve binalar da zamanla yıpranmış. Efsanelere göre şehir, başmelek tarafından cennete kabul edilmiş. Cennette altına ve mücevherlere ihtiyaç olmadığı ve bunalrı geride bıraktıkları, dolayısıyla Ureh'in büyük bir hazine barındırdığı söylentileri yayılmış. manyak bir vizjerei ve kiraladığı askerler zorlu yollardan geçerek Ureh'e ulaşıyorlar ve yıkık dökük bir harabeler topluluğuyla karşılaşıyorlar. Ama Ureh'in varlık ve yokluk arasına sıkışmış bir şehir olduğunu, Diablo'nun insanlarını kandırarak zombilere çevirdiği bir şehir olan Ureh'te yaşayarak öğreniyorlar. 

Kitabın en sevdiğim kısmı psikolojiyi cidden etkilemesi ki ben kitapları aralıksız okuyan biriyimdir. Bir kitaba başladığım zaman psikopatlık derecesinde hızlı okurum. O bitmeden uyuyamam. tamam böyle söyleyince manyak ve takıntılı geliyor olabilir kulağa ama o şekilde kitapları daha gerçekçi yaşıyorsunuz. Kendinizi Ureh'te hissetmenizi sağlıyor zaten Knaak da.  Ya bu şekilde okuduğum için gerçekten çok etkilendim, ya da gerçekten çok etkileyiciydi. Hiçbir yerde heyecanının dozu azalmadı. Baştan sona çok iyiydi. 

Bir de.. Necromancerlara bir kere daha aşık oldum. Rathma'nın müritleri~ Kya~






15 Temmuz 2012 Pazar

Kedili Manga - Savaşçılar. NEKOLAR HERYERDE!!





Prenses Ai'nin 2. cildini ararken rastladığım bir mangadır kendisi. "O..ha. Kedi. Çok şeker. Nyaağ" tepkisiyle yapıştım, aldım ve okudum.

Ormanda yaşayan vahşi bir kedi kabilesi, ormana insanların müdahale etmesiyle zor durumlar yaşıyor. Bu kabilenin bir üyesi olan Grikamçı adındanki bi kedicik diğer arkadaşlarını kurtarmaya çalışırken kendisi yakalanıyor ve bir ev kedisi olmaya zorlanıyor. Gördüğüm kadarıyla 3 cilt ama sadece 1 cildini okuduğum için hikayenin gidişatıyla ilgili pek bir yorum yapamayacağım. Genelde Grikamçı'nın hayatını konu alıyor ve çizgifilm tadında. Disney animasyonlarından birini izliyormuş gibi hissedebilirsiniz.

Dewa mata nya.

Drizzt Efsanesi Kitap 1- Anayurt



Unutulmuş Diyarlar'a da yeni başladım evet... LAN ÇOK GÜZELDİİİİ!!!!1111 Feci iyiydi .____. elimdeki kitabı bitirir bitirmez ikincisi alıp devam etmeyi düşünüyorum şahsen. Konusu diğer fantastik kitaplarda karşılaşmadığım bir elf türüyle ilgili.

Kara elfler, yüzey elfleri olan "faeryler" ile yaşadıkları bir anlaşmazlık yüzünden yeraltına çekilip binlerce yıl orada yaşıyorlar. Tanrılarına yüz çevirip örümcek kraliçe (ya da tanrıça artık her neyse) Lloth'a tapmaya başlıyorlar. Vücutları yeraltında yaşamaya adapte olduğu için boyları çok kısa (1.30 civarı) ve isimlerinden anlaşıldığı gibi siyah tenleri var. Bir nevi zenci elfler de diyebiliriz. Beyaz saçlar ve kırmızı gözler genel özellikleri. Işıkta göremiyorlar ama infra görüş yeteneğine sahipler. Yani cisimleri ısılarıyla algılıyorlar. Menzoberranzan isminde bir yerde yaşıyorlar. Kara elf soyluları "aileler" olarak gruplaşmış durumda. Birinci aile en değerlisi. İkinci aile bir alt seviye falan o şekilde gidiyor.
Cinayet, tanık bırakılmadan işlendiği zaman katile saygı duyuluyor. Kanıt bırakıldığında ise katil bulunup öldürülüyor. Sakat doğan çocuklar örümcek kraliçe Lloth için kurban ediliyor. Bir ailenin başka bir aileye savaş açıp gizlice düşman ailedeki herkesi öldürmesi ise diğer drowlar(yani kara elfler) tarafından sessizce alkışlanıyor bile.

Do'Urden ailesi, ki kendileri Menzoberranzan'ın 10. evidir, DeVir ailesini (9. ev) bir gece sessizce ortadan kaldırıyor. O gece Lloth'a 3. oğul olan doğmamış çocuğu kurban etmeye söz veriyorlar. Ama çocuk doğduğu sırada erkek kardeşlerden biri diğerini öldürüyor ve doğan çocuğun kurban edilmesine gerek kalmıyor. Kitap, o çocuğun hayatını anlatıyor. Menekşe gözlü Drizzt Do'Urden. Onun kalbinde diğer drowlarda olmayan bir şey var... Sevgi ve merhamet gibi... ve Drizzt Do'Urden, bunların kesinlikle kabul görmediği vahşi ve acımasız Menzoberranzan'da ayakta kalmaya çalışıyor.

Bir solukta okuduğum bir kitaptı ve bence mükemmeldi..

8 Temmuz 2012 Pazar

The Pride of Taern

Online oynanan ücretsiz oyunlardan biri, The Pride of Taern. Hikaye, Taern adında bir bölgeye Ujor'ların saldırmasıyla başlıyor. Açıkçası trailerı sıktığı için tamamını izlemedim -.- Oyuna başladığınızda evinizde anneizle birliktesiniz ve evde bir haydut var. Haydutu öldürmeniz gerekiyor (nasıl dövüşüleceği öğretiliyor bu kısımda) Haydut öldükten sonra dışarı çıkıyoruz ve karşımıza zombi saldırısına uğramış gibi görünen bir şehir çıkıyor. Yerde kanlı cesetler, koyu renkli binalar falan uuuu~

Oyunda barbarian, knight, archer, sheed, fire mage, voodoo ve healer olmak üzere 7 class var. Fire mage ve voodoonun tiplerini çok sevdim şahsen o.o

Fire mage:

Voodoo:

Oyunun işleyişinde söz sahibi olabiliyoruz ki bu güzel bir şey. Konuşmalar digital novel tarzında. Hoş... Ama abi bu kadar da dandik bi dövüş modu olmaz ki ya. heyecan yok bir kere. Bir sonraki saldırını seçip sürenin dolmasını bekliyorsun onlar da yavaş yavaş dövüşüyo. Saçmalık resmen. Hiç sevemedim bu tür oyunları sevemeyeceğim de. Bağlamıyor kendine bir kere. Huh. Neyse denemek isteyenler için işte oyun: The Pride of Taern

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Kontakt 2

Selamlar! Geçen haftasonu Yıldız Teknik Üniversitesi'nde yapılan Kontakt 2 etkinliğindeydim. Bir hafta geçti üzerinden hala kendime gelemedim ._.

Benim katıldığım ilk etkinlikti bu ve hayal ettiğimden çok daha güzeldi açıkçası. İlk defa cosplay yaptım. Oyunlar, standlar ve birçok şey vardı ama hepsine katılma fırsatım olmadı malesef. 2 gün bile yetmedi ._.
İstanbul'u birazcık bile bilmediğim için etkinlik başlamadan önce çeşitli semtlerde toplanan gruplardan birine katıldım. Birsürü otaku olarak kaynaşmamız çok sürmedi tabii ki. Alana vardığımda sadece internetten görüşmüş olduğum arkadaşlarmla karşılaştım ve bu gerçekten çok güzel bir şeydi. Herkes kostümleriyle uğraşıyor, birbirinin giyinmesine mayajına falan yardım ediyordu. Gerçekten o hazırlık aşamasında orada bulunmak ve "Peruğumu takmama yardım edebilir misiniiiiiiiz?" diye seslenebilmek paha biçilemez bir şey. Her iki gün de hazırlık faslı çok güzeldi. Hatta günün en güzel kısmıydı bile diyebilirim. cosplayler tamamlandıkça insanlar yukarı çıkıp etkinliklere ve oyunlara katılıyordu. FRP ve LARP kayıtları için geç kaldığımdan katılamadım fakat Go oynamayı ve zırh yapmayı öğrendim :3 Street Fighter, Diablo 3 ve LoL gibi oyunlar oynadık. Aynı zamanda Adeks'in düzenlediği LoL tunuvasının finallerini de izleme şansımız oldu. Kutu ve kart oyunlarının oynandığı ayrı bir alan vardı ve daha önce oynama şansı bulamadığım oyunları öğrendim.

Tabi ben genelde cosplayerları ağzının suyu akmış vaziyette izlediğimden birçok şeyi kaçırdığımı etkinlik bitince farkettim :D "Türkiyede çok süper cosplayerlar varmış yahu" dedirttiler. Mükemmel cosplaylere tanık olduk.

Birçok kişiyle tanıştım ve yeni arkadaşlar edindim. Bu çok uzun zamandır yaşadığım en güzel şeydi sanırım. Mutluluktan ağlayacağımı sandığım zamanlar bile oldu ki burada kesinlikle abartmıyorum. Bu yazımı okuyan ve okumayan herkese teşekkür ederim..

Şimdi de fotoğraflar: (Alican Kavrar'ın albümlerinden alınmıştır)

İlk gün yapılan yarışmada bayan yarışmacıların birincisi:


İlk gün yapılan yarışmada erkeklerin birincisi:


Bunlar da alandan resimler:






Bu da ben. İlk gün pek de sıradan olmayan (pembe saçlı olmamdan kaynaklanan) bir necromancer cosplayi yapmaya çalıştım. En iyi fotoğrafımın da Mei Misaki'ye bişi söylerken çekilmiş olması çok tuhaf  v.v



İkinci gün giydiğim kostümümden doğru düzgün bir fotoğraf yok malesef. Misaki'nin saçını örüyorum burda eheh :3 (Not: o kimononun bi tarafı uzun v.v)


Kısacası: HER ŞEY ÇOK GÜZELDİ! (sayamadığım kaadr ço ksaat topuklu ayakkabılarla yürümekten ayak parmaklarımı hala hissetmiyorum. Ama o bile güzel geldi, o derece.)

24 Haziran 2012 Pazar

Diablo 1-2

Diablo 1-2 dediysem oyunlarından bahsetmiyorum. İkinci kitabı az önce bitirdim ve bir yazı yazmam gerektiğini düşündüm.
 

İlk kitap: Bartuc'un Mirası. kitabı elime ilk aldığımdan beri "Bartu'nun Mirası" olarak okuyorum. Nedenini çözebilmiş değilim takıntı oldu galiba ama Bartu diye tanıdığım da yok ki benim. Çok tuhaf. Herneyse kapak resmi çok dandik, tasarım kötü ve serinin tüm kitapları böyle. Koskoca Diablo Serisi'ne daha fazla önem verilmeliydi tasarım açısından bence.

Knaak'ın yazdığı kitapları çok seviyorum ben. Adam iyi yazıyor, sürüklüyor, ilk sayfadan kaptırıyorsunuz kendinizi. "OOOOHAA Noluyoruz lan?" dediğim çok bölümü oldu bu kitabın.

Konusu şöyle efenim hemen değineyim biraz. (söz veriyorum bu sefer kitabı tamamen anlatmayacağım valla bak) Bartu diye bi adam var ve tam anlamıyla psikopatın teki. "YEEEEEAAAH TAPIN BANA SALAK İBLİSLER ÇÜNKÜ BEN ÇOK GÜÇLÜYÜÜÜM" diyen bir adam. Yani öyle demiyor ama öyle davranıyor anladınız siz. Bir şekilde, artık tesadüf mü dersiniz yanlışlık mı dersiniz bilemem, Bartucan ölüyor ve büyülü zırhı (zırh, Bartucan ile bütünleşmiş durumda) bir yere miğferi ise başka bir yere götürülüyor. Bir gün hazine avına çıkan üç adam istemeden Bartucan'ın zırhını buluyor. Zırh, içlerinden birine tam anlamıyla yapışarak adamı kontrolüne alıyor ve miğferi aramaya çıkıyor. Ama miğfer de o sıralarda başka bir adamın eline geçiyor: güçlü ve daha fazla güç isteyen bir adamın eline. Burada kendimi durdurmam gerek sanırım. Devam edersem feci spoiler vereceğim çünkü ._. En sevdiğim karakter KARA NIGHTSHADOW! Bir necromancer ama artık gözümün önünde nasıl canlandırdıysam tapıyorum resmen hatuna o.o


İkinci kitap: Siyah Yol. Bu kitap ilkine göre berbattı. Kitabın sonlarına doğru falan bağlanabildim ancak. Okuyasım gelmedi. "Of yine uyuz uyuz ilerleyecek. Biraz hareket falan gelse yahu yok mu şöyle güzel bir karakter?" diyerek okudum. Güzel karakter yoktu. Hikayenin tırt kısımları vardı. Cholik'i hiç sevmedim. her ne kadar gençleştirilmiş de olsa gözümde hep kambur, her tarafı sarkmış, uyurken dişlerini bir bardağın içindeki suya bırakan yaşlı bir adam olarak canlandı. Kahramanımız Darrick Lang, tam bir tırt kahraman. "Onun yerinde olacaktım var yaaaa..." diye çok geçirdim içimden. Her ne kadar uyuz olsam da (belki de kitapta hiç necromancer olmadığı içindir) sonları güzeldi.

Diablo'ya biraz ara verip birkaç kitap sonra serinin üçüncü kitabı olan Gölge Krallığı'nı okumaya başlayacağım. Bu yazılık bu kadar.

21 Haziran 2012 Perşembe

Requiem For a Dream

Ben, her şeyi en son deneyen ben bu mükemmel filmi de herkesten sonra izledim v.v

SÜPERDİ! ._. Feci iyidi. Ağlattı. İç dünyaları bu kadar iyi yansıtan bir film daha görme-... Görmüşümdür belki yahu böyle demeyeyim şimdi v.v Ama hatırlamıyorum ._. Temelde 4 kişinin hayatını ele almış bir film. Hepsi madde bağımlısı ve hepsi birbirini tanıyor. Herkesin ayrı bir dramı var.




En çok Marion'a üzülmüştüm ben. İçim burkuldu yine.

Trailer:


13 Haziran 2012 Çarşamba

Söylemeyeceğine Söz Ver "Bu Gece Birini Öldürdüm..."


Bu sabah kitapçıda dolanıyordum ve uzun zamandır cinayet romanı okumadığımı farkettim. Rafların en üstünde bu kitap gözüme ilişti ve ben karamsar küçük kız çocuklarına bayılırım. Kapak resmi çok hoşuma gittiği için yapıştım kitaba. Akşam 7 gibi de bitirmiştim.



"Kırk bir yaşındaki okul hemşiresi, Alzheimer hastası olan annesi ile ilgilenmek için kırsaldaki evine dönmüştür. Geldiği ilk gece bir cinayet olur ve küçük bir kız öldürülür. Bu olay, kadının çocukluğunda yaşanan bir başka cinayetle esrarengiz bir biçimde benzemektedir. Sınıf arkadaşları tarafından "Patates Kız" denilerek alay edilen ve dışlanan yoksul arkadaşı Del de otuz yıl önce aynı şekilde öldürülmüştür. Del'in katili asla bulunamamış, o günden sonra küçük kız, hayalet hikayeleri ve efsanelerle ölümsüzleşmiştir.

Şimdi, yeni cinayetin soruşturması kahramanımızı (Rina: aman ne kahraman, pf tırt) karşı konulamaz bir şekilde içine çekerken, geçmiş ve gelecek korkunç, beklenmedik bir şekilde bir araya geliyor. Çünkü hiçbir şey görüdüğü gibi değil...

Ve gençliğin hayalet hikayeleri unutulmaktan çok uzak."

Kitabın arka kapağındaki yazıyı yukarıda aynen aktardım. Çünkü artık alıştınız ben anlattığım zaman kitapta ne var ne yok anlatıyorum sonra bir heyecanı kalmıyor. Kendimi frenleyemiyorum. Asıl adam bence Del'di. Yani patates kız. Karakteri çok etkileyiciydi. Benim zihnimde oluşan Del muhteşemdi. Sonunu tahmin etmek o kadar da zor olmamasına rağmen hikaye sürükleyiciydi. Ama açıklanmamış kısımlar vardı. Bir günde bitirmemden sevdiğimi anlayabilirsiniz zaten. Bu aralar daha çok cinayet romanı okumayı düşünüyorum hatta.

11 Haziran 2012 Pazartesi

Naruto Ultimate Ninja Storm 2




Yazıya başlamadan trailerı koydum ._. Yeni başladım oyuna. Naruto'nun Jiraiya'yla olan eğitiminden sonra Konoha'ya geri dönmesiyle başlıyor hikaye ve animeye göre devam ediyor. Şu an Gaara'mı pis Akatsuki'den kurtarmaya gidiyorum. Konunun nerede bittiğini bilmiyorum u.u Ama Sai'yle dalga geçmek istiyorum asdfpoasjgosj görücez artık.

Görüntü güzel. Sırf Konoha'da koşturmak bile güzel. Kombolar çokoş. Grup dövüşleri daha eğlenceli oluyor tabi doğal olarak. (Örn: Naruto-Sakura vs. Kakashi, Neji-Tenten vs. Water Clone Kisame x2).

Annem de oynamak istiyormuş T_T oynamasın o ya şimdi kim anlatıcak konuyu. Git animesini izle de oyna oyunu kardeşim ._. Sonra "bişi anlamadım ben bundan ya çok sıkıcı" der atarsın. Neeeeeyse gidip bitireyim bari ben şunu.

Prenses Ai


Tokyopop'un yayınlamış olduğu mangalardan biri daha. Bir ara sokakta uyanan ve adından başka hiçbir şey hatırlamayan bir kızın kim olduğunu bulmak ve dünyaya alışmak için gösterdiği çaba konu alınmış. AMA DOĞRU DÜZGÜN YAKIŞIKLI KARAKTER YOK LAN! O yüzden sarmıyo T.T

Kan Akrabaları


Bir Türkçe manga daha. Tokyopop çok fazla manga çıkarmış da haberim yokmuş ._. D&R'dan başka yer de getirmiyor zaten! Uyuyun kitapçılar ._.

Neeeyse. Aşırı gothic şeyleri pek sevmem. Vampirlerden de moda olduktan sonra soğumaya başladım ama ona rağmen matbaa kokusu alabildiğim cillop gibi Türkçe mangalar görünce eriyorum ben. Konusu sıkmıyor. Saçma insan-vampir flört bölümleri yok. Direk sevgili olarak başlıyorlar. Bu da güzel bir şey ._. Gerisi klasik zaten. Çizimler güzel. Rem'in çizimlerini epey sevdiğimi farkettim. Kim olduğunu bilmesem de u.u

O kadar yani eleştirilecek başka da bir şey yok düz bir mangaydı. Aşırı etkilendiğimi söyleyemem ama sıkmadı da.

10 Haziran 2012 Pazar

Snow White and The Huntsman


Pamuk prenses ve yedi.. yok altı cüceler. Bide avcı var tabi.. bide dükün yakışıklı oğlu...öhöm höm höm
Uzuuuun zaman önce bir ülkede güzel bir kraliçe ve yakışıklı bir kral yaşarmış. Bir kızları olmuş ve ona Pamuk adını vermişler. Kedi sanki. Gel buraya pamuk, koltukları tırmalama! Herneyse Kraliçe çok soğuk geçen bir kış hastalanmış ve ölmüş. Kral da bir savaşta esir olarak bulduğu (esir mesir yalan ya cadı kraliçenin oyunları hepsi) bir kadının güzelliğine kapılıp evlenmiş. Yeni Kraliçe, Kralı öldürmüş ve Pamuk'u kulenin tekine hapsedip ölümsüz güzelliğiyle ülkeyi acımasızca yönetmeye başlamıııış.

Prenses bir gün kuleden kaçmış, peşine avcının tekini takmışlar. Avcı prensesi yakalamış ama son dakika taraf değiştirip prensese yardım etmeye başlamış. (Aslında aşık ama çaktırmıyo) Sonra prensesin çocukluk arkadaşı da prensesi aramaya çıkmış falan. Bisürü savaş gerilim bilmemne sonunda kraliçe ölüyor. Bla bla.

Kristen Stewart diyince akla direk Alacakaranlık Serisi geliyor. Saçma sapan vejeteryan vampirler, yok dişiler kurt olamaz, 50 yaşında gösterip vampire döndüğünde 17 olduğunu iddia eden tipsiz vampir Edward, Salak insan kız Bella falan. Iyy. Ama bu film öyle değil. Yani en azından erkeklerde biraz tip olduğu için ve film Alacakaranlık Serisi'ne göre daha kaliteli olduğu için Kristen Stewart'ı sevmeye bile başladım. Gerçi moron hareketlerini bu filmde de sürdürmüş ama avcıya bakmaktan prensese pek dikkat edemedim şahsen. *ağzının suyu akar*

Baymayan bir filmdi. Avcı yakışıklıydı. Mısır kötüydü.


7 Haziran 2012 Perşembe

Karigurashi no Arietty

80 dakikalık bir anime-film. Konusu ve çizimler çok şeker. Çok sevdim ben ^.^

Filmin konusu küçük insanlarla ilgili. Arietty, annesi ve babası yaklaşık 20 cm (tahmin ediyorum) civarında boylara sahip küçük insanlar. Ve insanların evlerinden ihtiyaçları kadar şeyi çalarak yaşıyorlar. (bir küp şeker veya bir peçete gibi) Bir gün Arietty ve babası peçete çalarken, o evde yaşayan bir çocuk onu gördüğünü söylüyor. Arietty ve babası sıvışıyor tabi ama o gün çaldıkları şekeri de çantasından düşürüyor Arietty. Eve elleri boş dönüyorlar. Daha sonra çocuk, küp şekeri bir notla birlikte Arietty'nin evinin yakınlarına bırakıyor ve ilerleyen zamanda arkadaş oluyorlar. Olaylar gelişiyor falan filan.

Küçük insanlar fikri her zamna çok şeker gelmiştir zaten bana. Film olduğu için de hikaye sıkmıyor zaten. Bunlar oradan buradan topladığım resimler:




Bu da fragman:
 


Murasaki, Mor Kafe

Uzuuuuun zamandır yazmayı planladığım bir yazı bu. Bazı aksilikler yüzünden ertelemem gerekti. Burası ilk sushi yediğim yer olmakla birlikte kendimi evimde hissedebildiğim nadir yerlerden biridir. Öyle ki kendi evimde bile oraya ait gibi hissetmem.

Akşam böyle görünüyor dışarıdan :3
 Bu bahçeyi çok seviyorum..



Fotoğraflara bakarken bile huzur doluyorum :3

Neyse, burası Kafe Murasaki. Önceki yazılarımda epey bahsettiğim için tekrar açıklama gereği duymuyorum. Ölene kadar burada kalabilirim, saygılar.